yazinin_icadi

Yazı; düşüncenin, ağızdan çıkan seslerin ve kelimelerin, kulak yada mimik yardımı olmaksızın belli işaretlerle ifade edilen ve bir takım materyallerle biçimlendirilerek çeşitli ortamlara kaydedilen bir iletişim aracıdır. Yazı, bilgi birikimini, insanlar arası iletişimi ve bilgilerin kuşaktan kuşağa naklini sağlayan insanlığın bulduğu en önemli iletişim aracıdır. İcat edildiği günden bugüne pek çok değişim geçirmiştir.

İlk yazının, milattan önce (M.Ö.) 3500 yılları arasında Mezopotamya’da yaşayan Sümerler tarafından icat edilen “Çivi Yazısı” olduğu kabul edilmektedir. Medeniyetin, şehir ve devlet yaşamının ilk ve en önemli adımı yazının kullanılmasıyla başlar. Devletler, elde ettikleri değerlerin envanterlerini yazıyla birlikte tutmaya başlamışlardır. Sümerlerden kalma kil taşlarında, zirai ürünler ve hayvanların envanterlerinin bulunması bunun bir göstergesidir. Yazı, ilk çıktığı günden günümüze kadar her zaman uygarlığın belirleyicisi olmuştur.

Sümerlerin icat ettiği yazı, Mısırlılar tarafından daha önce geliştirilen Hiyeroglif yazısı ile birleştirilip geliştirilerek Akad, Asur ve Babil medeniyetlerinde de kullanılmıştır. Bu döneme ilişkin en önemli yazıt olan Hamurabi Kanunları M.Ö. 1760’lı yıllarda Babillerin kullandığı yazı ile yazılmıştır.

Alfabenin gelişimi ve bugün kullanılan Latin alfabesine ulaşılmasında, en önemli gelişme ise, Semitik bir ırk olan Fenikelilerin, Sümerlerin yazı sistemi üzerine geliştirdiği sembollere dayanan Fenike Alfabesi olmuştur. Mezopotamya’nın kuzey batısında ve bugünkü Lübnan çevresinde yaşayan deniz ticareti ile ünlü Fenikeliler M.Ö. 1.000’li yıllarda Fenike Alfabesini icat etmişlerdir.

O dönemin en önemli ticaret merkezi olan Akdeniz’de, Fenike alfabesi Yunan uygarlığıyla buluşmuştur. Yunan Alfabesi ise belli bir süreçten geçerek M.Ö. 1000 – 750 yıllarında son şeklini almıştır. Alfabeye Yunanlıların en önemli katkısı ise ünlü (sesli) harfleri de alfabenin içine almaları olmuş ve bugünkü yazı sisteminin temelini oluşturmuştur. Yunanlıların geliştirdiği 26 harfli alfabeyi, Romalılar, sonraki yüz yıllarda 21 harfli Latin Alfabesine dönüştürmüştür. Latin alfabesi ise, Avrupalıların çağımıza kadar kullandığı tek alfabe olmuştur.

Yazının gelişimiyle birlikte üzerine yazıldığı materyaller de değişmektedir. Yazı yazmak için çok çeşitli araçlar kullanılmıştır. Kağıt ve kalem çok yeni bir icattır. Kullanılan araçlar arasında taş, koyunun kürek kemiği, balçık yaprağı, çanak çömlek parçaları, yırtıcı hayvan derileri ve ağaç kabukları gibi şeyler kullanılmıştır. Yazı, bir ülkeden öteki ülkeye, bir milletten öteki millete geçerken; araçlar ise taşlardan papirüse, papirüsten mumlu levhalara, mumlu levhalardan parşömene ve parşömenden de kağıda dönüşmüştür.

Avrupa’da Yunanlılar ve Romalılar ünlü Mısır papirüsleri üzerine yazı yazarken, Çinliler kağıt yapmayı çoktan (M.Ö. 2. Yüzyıl) keşfetmişlerdi. Kağıt yapmak için bambu lifleri, bazı otlar ve eski paçavralar kullanılıyordu. Bunları, bir dibek içinde suyla karıştırıp hamur haline getiriyorlardı. Bu hamurdan da kağıt yapılıyordu. Semerkant’ın Araplara geçmesiyle kağıt üretimi de Çinlilerden Araplara, onlardan da Avrupalılara geçmiştir. Avrupa’da 13. Yüzyılda “Kağıt Değirmenleri” kurulmuş ve Avrupa’daki bu gelişme, tüm dünyayı etkileyen Gutenberg’in kitapları makinalar aracılığıyla basmasıyla sürmüştür. Ülkemizde ise, ilk kağıt değirmeni Kağıthane’de 15. Yüzyılda kurulmuştur.

Öğrenciler ve yazı işleriyle uğraşanlar da bu değişimlerden etkileniyordu. Kil taşlarına yazı yazıldığı dönemde kil taşı taşımak mümkün değildi. Çünkü, killer hem ağır hem de çamur iken yazılıp sonra kuruması için fırınlanıyordu. Ancak, bir zamanlar, yazıların balmumu ile yazıldığı dönemde, öğrenciler ve katipler kemerlerinde balmumu taşırlardı.

Yazı ve yazı materyallerinin gelişimine bakıldığında; Mezopotamya, Mısır ve Anadolu önemli bir üçgen oluşturmaktadır. Mezopotamya’da yazı icat edilirken,  yazının yazıldığı materyallerden papirüs Mısır’da, parşömen kağıdı ise Anadolu’da Bergama’da (pergamon) icat ediliyor. Bu gelişime paralel olarak Ninova kütüphanesi, İskenderiye kütüphanesi ve Bergama kütüphanesi adeta bu gelişimin simgesi durumundadır. Ninova kütüphanesi Asurluların kil tabletlere yazdığı yazıtları içerirken, İskenderiye kütüphanesi Papirüs rulolarını, Bergama kütüphanesi ise, parşömen kağıtlarından üretilmiş kitapları içeriyordu. Dolayısıyla, kütüphanelerin iç yapıları da kil tabletlerini, papirüsleri ve parşömen kitaplarını koymak için şekil değiştiriyordu.

Yazı ve yazı materyallerinin, bir ülkeden tekine geçmesiyle birlikte, ticaret te değişiyordu. Adeta ticaret merkezi bir milletten ötekine geçiyordu. Yazı ve yazı materyalleri o ülkelere güç veriyor ve onları güçlü kılıyordu. Bir zamanlar ticareti ellerinde tutan, Sümerler, kil taşlarını “hesap taşları” olarak kullanmıştı. Papirüsü bulan Mısırlılar yüz yıllarca Avrupa’ya papirüs satmışlardı. Parşömeni Bergamalılar bulduktan sonra ise, Mısırlıların papirüs ticareti de bitmişti. Artık, Avrupa parşömen kağıdı almaktaydı.

Yazı sayesinde elde edilen bilgiyle ilgili bir söz vardır: “Bilgi güçtür”. Bu söz adeta o yıllarda, “Yazı güçtür” şeklinde etki yapmıştır. Günümüzde ise, yazının giydirilmiş bir elbisesi sayılabilecek dil için aynı ifadeyi kullanmak mümkündür: “Dil güçtür”. Günümüzde, dünya dili olarak kullanılan İngilizce hem İngiltere hem de Amerika için sermaye akışının belirleyicisi durumundadır. Hala yazı, ticaretin de belirleyicisi olmaya devam etmektedir. Yazı ile gelişen bilim de bu belirleyiciliğin en önemli göstergesi durumundadır. Bir dilin “Bilim dili” olması da, ülkeler arasında sermaye akışında önemli bir etki meydana getirmektedir.

Yunanlıların, dünyanın en değerli eserlerini tercüme ettirerek yunan alfabesiyle yayınlaması, Çinlilerin de yine Amerika ve Avrupa’nın önde gelen eserlerini Çinceye çevirmesi bilim ve bilginin milletler için önemini ortaya koyması açısından önemlidir. Avrupalıların ise Endülüs kütüphanesinde kısmen yanmış eserleri ülkelerine götürerek Avrupa’nın bugünkü gelişimini sağladıkları bilinmektedir. Yine İbn-i Sina’nın 1025 yılında Arapça olarak kaleme aldığı “Tıbbın Kanunu” kitabı, Avrupa’nın bir çok diline çevrilerek Avrupa’da 600 yıldan beri okutulmakta olması bilginin gücünü göstermesi açısından oldukça önemlidir.

Dünyada ilk kitap 1455 yılında, Strazburg’da Alman asıllı Gutenberg tarafından baskı makinesiyle basıldığı sırada, dünyada ve Türkiye’de kitaplar el yazmasıyla siparişe göre çoğaltılırdı.  El yazması kitaplardaki resimler ise, ressamlar tarafından elle yapılıyordu. Hattatların yazı kalemiyle savaşan baskı makinesi çok kısa zamanda onu devre dışı bıraktı. Çünkü elle yazılması uzun yıllar sürecek olan eserler, baskı makinesinde bir kaç günde bastırabiliyordu. Resimler de gravür olarak yine makineler tarafından basılıyor ve ressamlara ihtiyaç duyulmuyordu. Kitapların matbaa makineleriyle basılmasıyla kitap fiyatları ucuzladı ve herkes tarafından ulaşılabilir hale geldi.

İnsanlığın bilgi birikimi kitap sayesinde olmuştur. Özellikle 1970’li yıllardan buyana yeni teknolojilerin uygulanmasıyla sürekli ucuzlayan ve kalitesini artıran kitaplar, insanlara daha kolay ulaşmaktadır. Ancak, yeni bir değişimle, hem yazı yazma materyalleri hem de yazı kayıt ortamları elektronik hale dönüştüğünde, kitap fiyatları ucuzlamış, kalitesi artmış, ticaretin yönü bir kere daha değişmiş, uygarlığın gelişmesini sağlamış, öğrenciliği ve kütüphaneleri değiştirmeye başlamıştır.

Yazı, özellikle bilgisayarların geliştirilmesiyle birlikte farklı fontların kullanılmasıyla bir çok kıyafete kavuşmuştur. 15. Yüzyılda el yazması değişik hat sanatları ile süslenen yazı, kalligrafi ile bilgisayara taşınmış ve fontlarla zenginleştirilmiştir. Basılan kitapların kalitesi artmış, göze hitap eder ve daha okunaklı hale gelmiştir. Yazının dijital hale gelmesi ile, diller arası çeviri ve tercümeler kolaylaşmış ve kitaplar tüm dünyada eş zamanlı basılmaya başlamıştır. Bu ise bilginin daha hızlı yayılması sonucunu doğurmuştur. Geçmişte, yazılmış bir kitabın, başka ülkelere ve dillere çevrilme hızı, uygarlığın ölçüsü olarak kullanıldığı göz önüne alındığında, yazının dijital hale gelmesinin uygarlığın gelişmesi açısından önemi daha iyi anlaşılmaktadır.

Telif süresi olan 70 yılı doldurmuş olan tüm eserler, Google, Apple, İdefix gibi büyük yayınevleri tarafından hızla dijitalleştirilmektedir. Bu durum bilginin yeniden harmanlanması sonucunu doğuracak önemli bir girişimdir. Dijital yayınlar, bilginin hızlı yayılmasına ve kolay elde edilmesine büyük katkı sağladığı halde okurken hala basılı eserlerin duygusunu tam verdiği söylenemez. İnsanoğlu, dijitalin cazibesiyle, basılı eserlerin vazgeçilmezliği arasında sıkışmış durumdadır.

Kelimelerin ve düşüncelerin vücut bulduğu yazı, kil taşlarından, dijital ortama kadar ne şekil değiştirirse değiştirsin, hangi dilde yazılırsa yazılsın ortada bir gerçek var: Yazının ölümsüzlüğü… İnsanoğlu, var olduğu günden beri icat ettiği pek çok şeyden vazgeçtiği halde, yazıdan asla vazgeçmemiştir. Yazı hala, insanoğlunun en önemli icatlarından biri olmaya devam etmektedir.

Aralık 2012, Kayseri